Sanayileşmenin Gizli Tarihi isimli bir eser (Ha-Joon Chang, çev. Emin Akçaoğlu, Efil Yayınevi, Ankara, 6.Bsm, 2015,377 s.) son yıllarda sıklıkla başvurduğum ve okuduğum eserlerden birisidir. Sanayileşme konusunda bildiklerimize ezber bozduran bir çalışmadır. Kitabın ana teması bizim bildiğimizin aksine ekonomik yönden gelişmiş olan ve yeni gelişen ülkelerde bu gelişmenin bir şekilde devlet müdahalesi, desteği ya da etkisiyle gerçekleştirildiğidir. Kitap, “Zengin ülkeler nasıl zengin oldular? Serbest ticaret her zaman doğru cevap mıdır? Özel girişim iyi, kamu girişimi kötü mü? Küreselleşmeye dair gerçekler ve söylenceler, finansal ihtiyaç çok ileriye gidebilir mi? Yolsuzluğun olduğu ülkelere sırtımızı dönmeli miyiz? Bazı kültürler ekonomik kalkınma becerisinden yoksunlar mı? İşler iyiye gider mi?” gibi önemli ve bütün dünyada etkili olan soruların peşine takılmış.
Yazımız açısından doğrudan ilgili bir bölüm de var kitapta. Bu bölümün sorusu ise “Fikirleri ödünç almak yanlış mı?” (ss.202-240). Bölümü okuduğumuzda Fikri Mülkiyet Hakları konusunda (Marka-Patent ve Telif Hakları) bildiklerimizi ya da kanıksadıklarımızı yeniden düşünme ihtiyacı hissetmekteyiz.
Yazar kitapta yer yer TRIPS sözleşmesine vurgu ve eleştiri yapmaktadır. Kısaca bilgi vermek gerekirse; TRIPS (Trade-Related Aspects of Intellectual Property Rigths), Dünya Ticaret Örgütü içerisinde yer alan diğer konuların yanında, ticaretle bağlantılı fikri mülkiyet haklarını düzenleyen bir anlaşma olarak uluslararası ticaret sistemine 1995 yılında eklenmiş olup bugüne kadar fikri mülkiyet alanında uluslararası düzeyde kabul edilen en kapsamlı anlaşma olarak geçmektedir. Anlaşmanın önemi, Paris ve Bern Anlaşmalarına atıfta bulunmakla birlikte, bırakılan boşlukları da doldurma işlevi görebilecek nitelikte olması ve kapsam-yaptırım açısından daha geniş kabul edilmesidir. Dünya Ticaret Örgütü üyelerince kabul edilen TRIPS Anlaşmasının uygulanması için DTÖ bünyesinde Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Konseyi (TRIPS Konseyi) kurulmuştur. Konsey, üye ülkelerin ulusal mevzuatlarını gözden geçirme ve TRIPS ile belirlenen standartlara uyulup uyulmadığını denetlemekle görevli olup, DTÖ bünyesindeki dört ana Konseyden biridir. Türkiye 2000 yılında anlaşma hükümlerini uygulamaya başlamıştır.
Yazara göre “Zengin ülkeler TRİPS anlaşması ve çok sayıda çift taraflı serbest ticaret anlaşması vasıtasıyla gelişmekte olan ülkeleri, tarihte görülmemiş ölçüde fikri mülkiyet haklarını korumaya zorluyorlar. Fikri mülkiyet haklarının daha güçlü korunmasının yeni bilginin üretimini teşvik edeceğini ve gelişmekte olan ülkeler dâhil herkese yarar sağlayacağını ileri sürüyorlar. Fakat bu doğru mu? (ss.223-224) Tüm patentlerin %97’siyle,yayın haklarının ve markaların çok büyük bir kısmı zengin ülkelerin elindeyken Fikri Mülkiyet Hakları (FMH) sahiplerinin haklarının güçlendirilmesi gelişmekte olan ülkelerin bilgiye erişiminin daha pahalılaşması demektir. Dünya Bankası’nca TRİPS Anlaşmasını izleyen on yıllık dönemde sadece teknoloji lisans ödemelerinin gelişmekte olan ülkelere fazladan 45 milyar dolara mal olduğu tahmin edilmektedir. Üstelik hepsi bununla da sınırlı değildir. Eğer gelişmekte olan ülkeler TRIPS Anlaşmasına uygun hareket ederlerse, her biri yeni bir FMH sistemi kurmak ve uygulamak için çok para harcamaya ihtiyaç duyacaklardır. Çünkü sistem kendi kendine işlememektedir. Telif hakları ve markaların korunması müfettişler ile avukatlar ordusunun yetiştirilmesine ihtiyaç duymaktadır. (ss.235) Bir avuç endüstri, FMH konusundaki uluslararası gündemin tümünü son yirmi yıldır yönlendirmektedir. Bu endüstriler TRIPS Anlaşmasının yürürlüğe girmesi için yürütülen kampanyayı yönetmişlerdir. Anlaşma gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmaları için ihtiyaç duydukları yeni bilgileri elde etmelerini zorlaştırarak FMH’nın korunmasının kapsamını genişletmiş, süresini uzatmış ve derecesini yükseltmiştir. (ss.203)”
Kitabın bazı sayfalarından aldığımız bu kısa alıntılar bile Türkiye olarak bizim de nelerle karşı karşıya bulunduğumuzu göstermektedir. Yukarıda yazılı olan bilgi ve verileri benim de on yıldır ilgilendiğim 5846 sayılı Telif Hakları Yasası bağlamında yorumlamaya ihtiyacımız vardır.
Temel sorumuz şudur: Yasa koruması kapsamında bulunan İlim ve Edebiyat, Musiki, Sinema ve Güzel Sanatlar alanında Batı ülkeleri ile rekabet edebilme ve bu alanlardaki dünyadaki telif pastasından ülkemize aktarabilme gücümüz nedir? Bunun için hangi çalışmaları yapıyoruz ve yapmalıyız?
Daha da somutlaştırırsak Türkiye’de üretilen İlim ve Edebiyat, Musiki, Sinema ve Güzel Sanat eserlerinin dünya ile rekabet edebilme ve pastadan ülkemize pay getirme oranı nedir? Mesela “Taht Oyunları” isimli dizi filmin final programı tüm dünyada bir milyar insan tarafından izleniyor. “Harry Potter” kitap serisi bir anda on milyonlarca adet satılabiliyor, filmleri ise yüz milyonlarca izleyici ile buluşabiliyor. Bir sanat eseri yüz milyonlarca dolara satılabiliyor. Ya da bir müzik albümü tüm dünyada on milyonlarca satılabiliyor. Bu durum filmi, kitabı, albümü ve sanat eserini üreten ülkenin –ki bu ülke daha çok Batılı ülke- dünyanın tümünden ciddi telif gelirleri elde etmesini sağlıyor.
Bu döngü içerisinde yerimizi ve payımızı arttırmak zorundayız. Bu nedenle de yerli ve milli kalarak dünya ile rekabet edebilir, İlim ve Edebiyat, Musiki, Sinema ve Güzel Sanat eserleri üretmek zorundayız. Bunun için de her alanda yeni Mevlana, Yunus Emre, Mimar Sinan, Osman Hamdi Bey, Hoca Ali Rıza Bey gibi şahsiyetler yetiştirmek zorundayız.
Bu işte ancak devletin ve devlette görev alan ferasetli ve konuya duyarlı uzmanların katkı, koruma ve desteği ile olacaktır.
Aksi halde TRIPS Anlaşması aleyhimize işlemeye devam edecek ve FMH alanında da Batı sömürgeciliğinin tuzağına düşmemiz kaçınılmaz olacaktır.